12 Ocak 2012 Perşembe

SOFİE'NİN DÜNYASI

20 yıl olmuş yayınlanalı, ama benim elime daha yeni geçti kitap. Bir solukta okudum hem felsefeyle ilgilendiğimden hem de kitabın kurgusu sürüklediğinden.


Felsefe tarihi üzerine yazılmış bir kitap, yazarı da Jostein Gaarder.

Sofie'ye gelen isimsiz mektupla başlıyor her şey. “Kimsin sen?” sorusu yazılı sadece gelen ilk mektupta.

Gerçekten kimiz biz? Hiç durup düşündük mü? Zamanımız oldu mu böyle bir soruyu sormaya kendimize?

Sofie'nin oldu. Aslında biraz şanslıydı Sofie. Biri onu zorla durdurdu ve dön bir etrafına bak ve en önemlisi kendine bak dedi.

Biz sadece vitrinlere bakıyoruz artık. Elbiselere, ayakkabılara, arabalara... Renkli ışıklar cezbediyor sadece bizi.

Kitapta söylendiği gibi “siyah silindir şapkadan çıkan beyaz tavşanın tüylerinin en dibine” yerleştik biz. En rahat, en sıcak olan yerine. Geriye kalan hiçbir şey umrumuzda değil.

Ama Sofie'yi gelip biri tüylerin tepesine çıkardı. Nerede yaşadığını, tavşanın nereden geldiğini bir anlamaya çalış dedi.

Ve başladı dünyayı ve kendilerini kavramaya çalışanların düşüncelerini ta en başından anlatmaya.

“Dünya nereden geldi, onun ilk maddesi neydi, yaşadığımız dünya gerçek mi, Tanrı var mı, genel bir ahlak yasası var mı, özgür müyüz, her şey bizim elimizde mi yoksa kader var mı, her şeyi aklımızla bilebilir miyiz...?”

Daha birçok soru cevaplandırılmaya çalışılıyor kitapta. Tam evet sanırım cevap bu derken başka bir doğru çıkıyor karşılarına ve bu doğruyu çürüten başka bir doğru daha.

Peki ama Sofie'nin doğru cevabı ne? Kendi düşünceleri ne? Annesi gibi mi yaşamalı, sıcak tüylerin dibinde ya da onu yaratan Albert Knag'ın düşüncesinde mi yaşamını sürdürmeli sadece?

O bunu yapmadı felsefe öğretmeninin de yardımlarıyla yaratıcısının bilincinden çıktı ve özgür olmayı başardı.

Kitabı okumayanlar ne dediğimi anlamamış olabilirler, o yüzden kısaca açıklayım. Sofie aslında kızı için hediye olarak bir kitap yazan Albert Knag'ın yarattığı karakterden başka birşey değil. Kitap içinde kitap yazılıyor anladığınız. Bu yüzden kuru bir felsefe tarihi olmaktan çıkıyor kitap. Ama bilgiden öte okuyanı düşündürmeye yönlendirdiği için de hedefine ulaşıyor. Felsefe için sağlam zeminler atılırken bir yandan, bir yandan da felsefe yaptırılıyor okuyucuya.

İster istemez ben kimim diye sormaya başlıyorsunuz kendinize ve yaşamak için bir amaç bulmaya çalışıyorsunuz.

Bazıları kitabı bitiremeyecek belki, bazıları ise kitap bittikten sonra böyle sorulara cevap aramaktan vaz geçecek, ama inanıyorum ki birkaç kişi tırmanmaya başlayacak “silindir şapkadan çıkan tavşan”ın tüylerinin tepesine bir daha hiç inmemecesine.

Ve bu birkaç kişi hiç bir zaman görmediği o “beyaz karga”yı aramaya başlayacak,umutlarını hiç yitirmeden.

Çünkü bu arayış kurtaracak onları tavşanın rahat ama sığ gerçekliğinden.